İnsanın Gurbetleri İçinde
Gecesel bir yer altı sesiydi
kehanet fısıldaşmasındaydı kökler, kemikler;
açıkta lüfercilerin parıldayan
lüks’leri. Av vakti, o tedirgin
kaşılıklı bekleyiş; gövdemdi sanki
oltadan ışığın yalımına kapılan.
Yanılsamalar ve aldanışlar.
Beklediğim inmedi trenden
bir söylen olacaktı dönüşü;
kara büyülere çarpılmaya hazırdım
dönsündü yeter ki.
Oysa kıpırtısızdı istasyon;
öyleyse kırmızı bir mendille
kimdi el sallayan geçen akşam?
İnsanın gurbetleri içinde;
sürgün yeri bu yüzden tanıdık
ayrıldığı günkü gibi dönüyor kişi.
Gide gide, yata yata bitmeyen
yol değil, zindan değil;
bedenin ve kırılgan sözlerin
bahçıvanın budadığı dalın
suladığı fidanın içinden geçen
o karanlık menzil.
Ezberimde tüm zulümler
belleği öyle beslemez
çünkü aşklar.
Sevgililer! Bazılarınızı unuttum
burnumda tütüyor bazınızın kokusu.
Terk edilmenin acısı dinliyor, aldatılış
gülümsetiyor: parmakların arasında
buruşturduğum hercai menekşenin
o tuhaf hışırtısı.
Vahşet vahşetle açıklanmalı.
Tazeyken yanık et kokusu
kılınabilir mi beş vakit namaz?
Hangi kösnü, hangi düş, hangi dua
unutturabilir toplu mezarları?
Kardeşler! Çoktan verdim
vereceğim filizi. Gittim gideceğim
yerlere; döneceğim yerlerden
döndüm. Yol alırken değiştirdi
görüntüleri, biçimleri, çelik
keskisi zamanın ve güzergâhın.
Kazınıyor anılar, bir gül
sesiyle birbirinin üstüne;
son eskinin, artık unutulmuşun
bir yorumu en yakın katmandaki
yara gibi taze anı.
Anımsadıkça bilecek insan
neyi unutmaması gerektiğini.