Salgı
Her yıl, ağustosta. Bu büyü işte,
kısaca allegro diyorum ona ben:
Hem zarif, hemde kaba oluyor ağı.
Hem zarif, hem de kaba nasıl olur
derseniz, bakın: ince dokuduğu için
zarif, uzun uzadıya çalışmadığı için
kaba. Köşeleri sever çoğunlukla
aşağıda dokur ve ağın dışına çekilir.
Nereden mi biliyorum bunları?
Eskiden örümcektim ben.
Her yıl ağustosta. Yalnız kalınca
rahatlarlar: Kadın eli dolaşmaz
dolaplarda, duvarlarda. İpin ucunu
kaçırıverirler tabii: Ekmek kutusu,
ilaç çekmecesi, abajurla ampulün
arasında büyük trapez yaşanır
bir ay boyunca. Bu tutku işte,
onun adı andante grazıoso aslında.
İnce, ipince dokur, bilir av için
önemini ayrıntıların. Eskiden örümcek
olmasam bilmezdim bütün bunları ben.
Hayır, zehirlileri pek yaşamaz burada.
Geçen yıl rastlamıştım birine,
çoktandır açmadığım piyanonun
kapağına sokulmuş, Fırtına’nın
ilk notalarıyla kıpırdayınca gördüm
onu: Siyah, diyez, attaca diyordum
bu örümceklere ben, (bir tuhaf gülerek)
‘ölüm gelecek’ benim ‘gözümden bakacak’.
Korku mu, taşkı mı, ikisinin arasında
bölünmüş bir yangın mı, kapağı tak
kapatmıştım üstüne. Ağına rastlamadım –
ben de kurmaz mıydım yoksa, eskiden.
Ağustos, kasım, mart: Örümceğe
iklimler değil koyu zamanlar gerek.
Geceleri severim ben, kuytu ve aseyrek
çağların içinden ağır ağır geçmek:
Bilir misiniz parmaklarımdaki arı
yalnızlığı, nereden bileceksiniz –
Piyano, şiir, ağ içre ilerleyen saatte
duyduğunuz tik tak bende dolarken
çekip gitmektir bütün istediğim:
Dolanır kalır oysa kurumuş gövdem,
bu eşsiz ağı eskiden ben kendi kendime örmüşsem.