Ot Hızı-2
Cema’atül – İfna
(Yok Etme Meydanı)
IX.
(Elias Canetti’nin “Çıkın”ı)
Alandaki her sesin içinde bir şey arıyorum,
aşinası olduğum bir şey olmalı, bir ses çıkını, –
bir başka hayattan kıyıya vurmuş bir artığım,
kayanın üzerine çömelmiş kalıntıma bakıyorum. –
(“Yerde kahverengi küçük bir çıkın arıyordum;
bir sözcük bile değil, yalnızca bir ses çıkını,
pes perdeden, uzayıp giden, bir vınlamayla öten
“e-e-e-e-e-e”lerden oluşan bir kahverengi çıkın”);
“Daha uzaktan kulak verip sesleri dinliyordum”:
Bir yaz gecesi rüyası durmakta, kılık değiştirmiş,
dilenci halinde karşımda, bir kahverengi çıkın,
bağdaş kurup oturmuş, şaşırtıcı bir Mağribi anıtı –
taştan değildi ama bir varlıktı, kuşkusuz bir canlı,
bedeni ölmüş birkaç kez, ruhu sesiyle birleşmiş;
bir yaz gecesi rüyası olarak durmakta, karşımda,
bir yaşama denk ses ararken öteki sesler arasında.
X.
Şap ve kalay kokusu! Bıçakcı ustanın
bir fidye borcudur kutsal ocak hazretlerine,
tuzla demlenir çünkü aşığın cömert kalbi.
Gündüzün yüzlerce, gecenin bir adı var!
Bir çocukluk çağı yangını, tütmekte hâlâ,
Ashâb-ı Kehf’i anlatırken kör nakkaş,
su içmekte bir geyik ailesi, iki yanımda.
Gündüzün yüzlerce, gecenin bir adı var!
Ocağın başında harf sırrına ermiş bir usta,
alnında batıl zamanların sapkın vahiy teri;
bir Hızır görmüş, yıkandığı ateşin suyunda.
Gündüzün yüzlerce, gecenin bir adı var!
“Aşık ve maşuk benim!” diyor dilsiz meddah,
“Diyeti ödenmiştir dinsiz ocağın, ateşe,
bıçak sapı olacak kurbanlarımızın boynuzu!”
Gündüzün yüzlerce, gecenin bir adı var!
XI.
Bir binek taşı tanıdı beni, sefernamemde,
görüp tırnağı dökülmüş başparmağımı,
(çıkarmıştım demir çarıklarımı, yorgun)
kılık değiştirmiş emanet halimle bir vahada
nişanemden tanıdı beni. Ah, yolum kırıldı!
Sıçrayarak uyandım bir bedevi uykumdan
ve baktım : Sığdığım sahranın ucu bucağı yok;
gördüm ki suretimi gizlemekte bütün taşlar.
Bilemezdim, kimse söylememişti nedense bana:”,;
“Bir cehennemdir kendinden haberli olmak!”
XII.
Bir Alan’dayım! Hiçbir yerde!
Bir aşkla, sığışıyoruz birbirimize.
Çekip gölgemi mıknatıs gölgesiyle
kalabalığın içinden
gezdiriyor beni bana doğru
içine alıyor beni
içime alıyorum onu
geziyor beni
bir aşkla, sığışıyoruz birbirimize
taşıyoruz birbirimizi
taşıyoruz birbirimizden
(0 ve ben!)
dağları akarsuları denizleri geçerek
bir çöldeymiş gibi, bana doğru,
bir çöldeymiş gibi, ona doğru
çile yollarımdan birinde
ne gönül ne fitil ne ateş. ..
Mum ışığında olmuştu son gelişim,
ispermeçet açmayacak dönüş yolumu.
*
Çıplak ayakla durdum güneşin huzurunda,
Duydum : “Lambada titreyen alev üşüyor”
Bedenim çıplak, durdum, güneşin arkasında,
rüzgârın bir tarağını kırdı fildişi saç telim.
Tez olun, kırk haramiler el koydu uykuma,
benim, bir eksik yaşamlı, bu zamansız kafirin.
*
Doğdukları evlerde ecelle ölen kadınlar!..
Adak çiçekleri toplamadan, bir kez olsun,
bir hasret ırmağına fırlatmadan onları, aşkla.
Hiç sitem etmezler günün doğuşuna, hiç,
bu yas onlar için, diyor, bu heyula düğün,
onlar içindir, diyor, bu zındık şeb-i yelda.
Kıl torbasına koyuyor aşık kemiğini, sonra,
dar zamanlarda büyü bozan efsane bekçisi.
*
Uykusuz gecelere bir sor bulmak istiyorsan kendini,
ama ne korkunçtur, dayanabilir misin, kendini bulmak.
Aklın varsa yitirirsin kendini bulduğun bir anda,
sarp yolunda gidersin, müşrik yatırlar selamlar seni.
Kendine kıyar bir gün bir şey olmak isterse tuğla.