Çocukluğun Taşrası
Çocukluğun taşrası, romantik balkondan seni yelpaze gibi açıyorum. Eskiden
olduğu gibi sokakların terk ettiği ben, terkedilmiş sokakları inceliyorum.
Düş darbeleriyle dövdüğüm küçük kent, kıpırtısız varlığından
beliriveriyorsun. Köpüğün kıyısında uzun ve ağır adımlarla toprakları ve
otları çiğneyerek, daha yeni boyanmış bu gök altında büzüşmüş sen, bir tek
sen geceyi kaçıran taşlar atabilirdin. Böyle yarattın kendini, yalnızlıkla
yoğrulmuş, iç sıkıntılarıyla yaralı, yürüyerek, yürüyerek kederli
kasabalarda. Neye yarar eskilerden söz etmek, neye yarar unutuşun
çamaşırlarını yeniden giymek? Yine de gölgen büyük ve kara, çocukluğumun
taşrası. Büyük ve kara kasaba gölgen renksiz soğukluğun, kuzey rüzgarının
öpücüğü altında. Ve güneşli, beklenmedik, tatlı günlerin de var bir başak
gibi sallanarak nemden çıktığında zaman. Ah! suların yükselmesinin korkunç
kışı, babaannem ve ben titrerdik aklımızı kaçırasıya titrerdik. Her yandan
yağan, kederli ve savurgan, bitmek tükenmek bilmez yağmur. haykırırlar,
ağlarlardı ormanlarda yitmiş trenler. Rüzgarın çevrelediği tahta evler
çatırdardı. Rüzgar şaha kalkmış ayaklarıyla pencereleri uçururdu, yıkardı
çitleri; şiddetli, umutsuz, arazi olurdu denize doğru. Ancak tertemiz
geceler de vardı, güzel havanın yaprakları, kusursuz yıldızlar içine
sokulmuş karanlık gökyüzü. Ağır kaldırımlarda, alacakaranlıkta ya da
unutulmaz sabahlarda genç kızı elinden tutup gezdiren aşık oldum. Söylenmiş
onca sözcük nasıl anımsanmaz? Çiçek gibi açılan öpücükler, dalgalanan
çiçekler her şey bitse de. Fırtınayla yüzleşen ve acı kanatları altında
ağzını güçlendiren çocuk seni destekliyor bugün fırtınadan sonra büyük bir
ağaç gibi nemli ve sessiz memleket. gizli saatlerin elinden kaçmış, herkesin
tanımadığı çocukluk taşrası. Son yağmurla ıslanmış yapı iskelesine uzanmış
yalnızlığın bölgesi, bir geri dönüş barınağı olarak öneriyorum seni ömrüme.